Eser Sıra Numarası:230213eser19
KÖY KENTTEN BÜYÜK MÜDÜR?
Teknoloji ve
teknolojiyle gelenlerden söz etmeden önce, hücrenin en küçük parçası sayılan
atomdan bahsedelim. Atomlar canlı mıdır? Cansız olarak var olmuş bir
şeyin, canlı olabilmesi mümkün müdür?
Atom elbette canlı bir yapı değildir. Fakat atomlar diğer
atomlarla öyle iyi ilişkiler içindedir ki, birlikte olduklarında molekkülleri,
molekküller ise dokuları ve dokular sistemleri oluşturur. Bu oluşan sistemlerin
bazıları canlı, bazıları cansız varlıklardır. Canlı ve cansızların birliğinden
türeyen baktığımız dünya, acaba hükmedilecek kadar sınırlı mıdır? Bu sorunun
cevabı elbette bilim ve teknolojinin terimleriyle cevaplayabiliriz. Teknolojinin
tüm yaşam gereksinimlerini karşıladığı bir ütopyayı hayal etmeden önce,
teknolojinin kendisinin nasıl bir dünya olduğunu sorgulamak isterim.
Dostoyevski, Yeraltından Notlar’da şunu demiştir: Tüm
isteklerimizin karşılığını formüllere geçirebilip çizelgeye bakarak elde
edebilseydik, o istekleri istemez olurduk.
Bu düşünceyi açmak istiyorum.
Teknoloji, insanların hayatını kolaylaştırmak için çıktığı
yolda, aksine tüm insanlığı uygarlık adıyla yok edecektir. Bunun sebebi,
teknolojinin, bilimin, sayıların, dillerin, aslında çok büyük bir cinayetin
katili olduğudur. Nietzsche demiştir, ‘Uygarlık tarafından yok edilme
tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağı yaşıyoruz’... Kendi
yaşamımızı kolaylaştırmak, çok ileride ve rahat olduğumuzu değil, büyük bir
bulanıklığın içinde olduğumuzu gösteriyor.
İlk olarak, teknolojinin bir şeması olan matematik karşımıza
çıkıyor. Dingle açıklamıştı: Maddi dünya üzerinde yapılan bilimsel tahlillerden
çıkarılabilecek tek sonuç, bir dizi sayıdan ibaret olacaktır.
Sayı ve dil, insanlığın kolektif bilincini oluşturduğu için
uygarlığın başlangıcını yaratır.
Dünyanın tüm oluşumlarının sembole uyarlanması ve sembole
indirgenmesi, doğanın kontrol edilebilir bir sistem olduğu yanılsamasını ortaya
çıkarır. Sembol, insanlığın olduğu her yerde ve alanda karşımıza çıkar. John
Zerzan tarafından üstünde durulduğu gibi, semboldeki hikmet, onun başka bir
sembole çevrilebiliyor olmasıdır; bu çevrilebilirlik sonsuz bir üretimi mümkün
kılarken, gerçek olanı da her defasında ortadan kaldırmaktadır. Kandinsky de
şöyle der: Bir üçgenin dar açısının bir çember üzerinde yarattığı etki,
Tanrı'nın parmağını Adem'in parmağına değdiren Michelangelo'nun yarattığı
etkiden daha güçsüz değildir.
Bilimin kullanılabilirliğini sağlayan teknoloji her geçen
gün insanlık için doğaya hükmetmeye devam etmektedir. Eskiden insanlar,
teknolojinin, insanlığın kurtuluşu ve hayatta kalma mücadelesinin vazgeçilmez
bir silahı olduğunu söylerken, şimdi o silahın bize dönük olduğunu ve teknoloji
yüzünden çok zarar göreceğimizi biliyorlar. Bu sırada, oluşturduğumuz toplum
düzeninden gittikçe yabancılaştığımızı kimse inkar etmiyor. Kitleselleşen
sıkıntı psikolojisi, insanlığın düştüğü psikolojik bunalımı iyi anlatıyor: her
geçen gün suç sayısı artmakta, insanlar intihar etmekte, bulundukları dünyaya karşı inancını
kaybetmekte ve ahlak yeniden sorgulanmaktadır. Attila İlhan, 'Zenciler
Birbirine Benzemez'de yazmıştır:
'Biz toplumun tükürdüğü adamız... Toplum bizi tükürmüş, bazı
adamları tükürürmüş toplum, bizim gibi adamları tükürürmüş.'
Toplum düzeni ilerledikçe, kişiliğimiz tamamen ölmektedir,
sadece toplumun önünde ne olduğumuz önemli hale gelmiştir, nasıl bir kişi
olduğumuz değil; nasıl bir birey olduğumuz önemlidir... Toplum mekanizmasının
bize biçtiklerini, kendi kişiliğimizden daha üstün tutarız. İyi bir öğrenci,
bir doktor, hatta bir kaptan...
Attila İlhan, ‘Sisler Bulvarı’ adlı yapıtında ‘Kaptan 2’
şiirinde belli etmiştir bireyselliğimizle kişiliğimizin aynı olmadığını:
"Sen bana kaptan diyorsun, herkes bana kaptan diyor. Sahici
bir kaptanmışım gibi tükürüyorum..."
Dil örneğindeki gibi, zihin, dış dünyayla aramızdaki
pencere, dünyada bulunuşumuzun mekansal alanıdır. Teknoloji, gelişirken, her
defasında zihnimizi dünyadan uzaklaştırmaktadır.
Bunun sonucu olarak da dünyada bulunuşumuzun mekansal alanı olan
zihnin zayıfladığını söyleyebiliriz. Çünkü , bilgilerimiz arttıkça, dış dünya
ile karşılaşmalarımızın değeri o kadar düşer. Bilgisini edindiğimiz dünya, onu
kontrol etmemize olanak sağladığı için, yaptıklarımız, icat ettiklerimizle
zihnimizin dış dünyayla olan buluşmasını köreltiriz. Atom örneğindeki ilişkiyi,
ortaya çıkarttıklarımız yok ediyor. Çünkü, doğal sistemler değil, yapay
sistemlerle kendimizi bir makineye dönüştürüyoruz.
Teknoloji ve teknolojinin daha çok gelişmesiyle ilgili
olarak Einstein şunları demiştir:
’ Teknolojik gelişme patolojik bir suçlunun elindeki balta gibidir.’
...‘3. Dünya Savaşı'nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4.
Dünya Savaşı'nda taş ve sopalar olacağını biliyorum.’
Eğer teknolojinin tüm gereksinimlerimi karşıladığı, çalışmak zorunda olmadığım bir
dünyada yaşıyor olsaydım, zihnimi tüm bu
yenilik ve ilerlemelerden arındırmaya çalışırdım. Çünkü Einstein’ın dediği gibi
tüm insanlığın yok olmasını istemezdim. Tüm insanlığın yok olmadığını
istemediğim için direnerek yaşardım.
Öyle bir dünyadaki yaşam seçimim ‘istemez’ olmak olurdu...Dostoyevski’nin
dediğinden yola çıkarsak, tüm insanlığın seçimi ‘istemez’ olmak olurdu...
Fernando
Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’ndaki yazdıkları, kentin ve yeniliklerin arkasında
kocaman bir dünyanın yattığını hatırlatıyor:
‘’Caeiro’nun, köyünün ne kadar küçük olduğunu ve bunun
nelere yol açtığını olanca doğallığıyla anlattığı yalın cümlelerini ilgisizce
okuyorum, bunlar ilham veriyor, rahatlatıyor beni. Köyü küçücük olduğu için
insan oradan evrenin, şehirde görülenden daha büyük bir parçasını görebilirmiş;
İşte bu yüzden köy kentten daha büyükmüş:
Çünkü, gördüğüm şeylerin boyundayım ben, kendi boyumda
değil'’