Eser Sıra Numarası:240213eser16
KARMAKARIŞIK
Bir dünya
görüyorum gelecekte. Ama bugünden çok farklı. Kimse yok gibi aslında var gibi. Karmakarışık…
Anlatmamı ister misiniz?
İlk önce beni sisli bulutlar karşılıyor. Giriyorum içine.
Adalar var, yüzen adalar; gökyüzünde. Gökyüzü de karanlık . Tozlu gri rengi.
Evet adalarda kalmıştım değil mi? Adalar sanki her biri farklıymış gibi, ama farklı değil; farklı olmaktan çok
hepsi aynı: hepsinde kurumuş dalları
olan, hastalıklı bir insan gibi bakan ağaçlar var. Ben hiç ot
göremiyorum. Hiç kuş cıvıltısı duyamıyorum . Çok ilgimi çekti. Daha yakından baktım.
Şimdi adaların birindeydim hiç kuşkusuz. Çünkü yine aynı şeyler : sessizlik ve
bitmişlik … Sonra uzaktan bir şey dikkatimi çekti. Daha dikkatli bakınca bu
kapkaranlık ormana – eskiden orman olduğumu düşündüğüm yere – gizlenmeye
çalışılmış koskocaman bir bina gördüm. Ama yükseklik bakımından olduğu kadar
genişlik bakımından da koskocaman. Bu bina geniş koyu yeşil sarmaşıklarla
kaplı."Sarmaşıklar
eskiden canlı olmalıydı" diye düşündüm. Artık buradaki her şey gibi
sarmaşıklar da kurumuştu. Ve solmuş yeşil renkli binayı, kocaman bir o kadar da
ölmüş olan ağaçlar gizliyordu sanki. Bu sefer orayı daha yakından inceledim. Ve
gördüğüm şey karşısında ilk önce çok şaşırdım. Sonra bu şaşkınlığım giderek
korkuya dönüştü. Burada iyi şeyler olmuyordu...
İnsanlar çok mutlu görünüyordu. Herkes, yan yana dizilmiş
bir sürü işlevi olduğu varmış gibi görünen soluk gri, bir tabutu andıran ama
tabut olmayan bir şeyin içinde huzurlu bir gülümseme ile oturuyorlardı. Ama
buradaki tek garip şey tabutta oturan insanlar değildi. Bu insanların kafalarının
üstünde birbirine karışmış borular vardı : sarı , gri , siyah , bronz ,
mavi hatta siyaha yakın kırmızı
renkliydi. Bu boruların hepsi insanların vücutlarına küçücük birer iğnelerle
tutturuluyordu. İşlevlerini şu anda bilmiyorum. Ama öğreneceğime eminim.
Bir insan görüyorum ama ayakta. ‘ Herkes o tabutun içindeyken neden ayakta ? ’ diye
düşünürken ; bir odadan yüzlercesi çıkıyor. Tam o anada birinin yüzünü
görebiliyorum. Bunlar insan değildi : donuk bakışlı , hepside koyu saçlı ,
soluk tenli insana benzeyen canlılardı. Daha çok ölü gibiydiler. Sonra hepsi de
teker teker tabutların başlarına geçtiler. Ve gülümseyerek borulardaki iğne
uçlarını değiştirdiler. Ve hepsinin de ellerinde bir şey vardı : minik
kapsüller. Tam o anda arkamdan sesler geldi. Ve arkamı döndüm kafamı yukarı
kaldırdığımda ise her yerin sanki bir televizyonla çevrili olduğunu gördüm. Ve
insanların da tabutlarından cüzdan gibi bir şey oturdukları hizaya kadar çıktı.
Ve açıldı açıldı. En sonunda büyük ekranlı birer televizyonlara dönüştüler. Çok
şaşırmıştım ve daha neler görebileceğimi merak ederek ileri doğru yürümeye
devam ettim. Sağımda camlı bir oda vardı. Camdan içeri bakınca burada bir kazan
olduğunu gördüm. Her dakikada bir sürü kutu çıkıyordu kazanın içinde. Camlı
bölmeye girdim. Ve kutulardan birini kapıp çantama koydum. Camlı bölmeyi terk
ettim. İleri doğru yürümeye devam ettim. Bir odaya girdiğimi hissettim. Ama
burası oda değil evlerden oluşmuş bir şehirdi sanki. Aslında bildiğimiz
evlerden değildi bunlar : saydam , bir
cam gibi içeriyi gösteren bölmeler diyebilirim daha çok . Bu bölmelerde de
biraz önceki gördüğüm manzara vardı. Ve soluk tenli , koyu saçlı insanlardan bu
bölmelerde de vardı. Ama bu sefer üstlerinde hep renk değiştiren
pantolonlar,etekler,elbiseler,takım elbiseler,kravatlar,saatler vardı. Daha
dikkatli bakınca hep cinsiyetlerinin de yüzlerinin de değiştiğini görüyordum.
Biraz önceki baktığım yerde şimdi kısa boylu , kot pantolon
giymiş, üstünde de hala değişip duran gömlek olduğunu zor seçtiğim bir şey vardı.
Halbuki biraz önce orada saçları topuz olan mavi gözlü bir kadın vardı.
Garipti. Ama alışmıştım sanki. Sonra fark ettim ki burada tek değişmeyen : koyu
renk saçlar ve soluk tendi. Bu bölmelerin birine dayanamayıp girdi. Burada da
tabutlar ve bir sürü kablo vardı insanların kafasından çıkan. Ve dört tane
insan… Bu insanlardan hepsi erkek belki de kadındı-artık cinsiyetlerini bile
seçemeyeceğim şekilde kilo almışlar sanki bir dolunay gibi yusyuvarlak
olmuşlardı. Saçları yoktu. Hepsininki de tıraş edilmişti. Ve bu insanların
gözleri yuvalarına doğru yumulmuştu. Yumuk yumuktu. Çok korktum. Ve bu cam
bölmeyi terk ettim. Diğer cam bölmelerde de aynı şeyler vardı: Tıknaz suratlı,
huzurluymuş gibi bakan ve gülümseyen ama saçları olmayan insanlar… Ve çok işlevli
tabutlar… Çok panikledim.Hemen koşmaya başladım. Ama yine geldiğim yerdeydim.
Koşup koşup duruyordum ama aynı yerdeydim hala. Korkuyordum. Aynı zamanda da paniklemiştim. Sırılsıklam
olmuştum. Çok terlemiştim. Çok
susamıştım. Başım dönüyordu. Aklıma çantaya koyduğum kutu geldi. Hemen çıkarıp
kutuyu açtım. İçinde gri renkte bir sıvı olan minik minik tüpler vardı.
Tüplerden birini açıp içtim. Çok rahatladım demeye kalmadan başım döndü ve her
yer karardı.’’
Uyandığımda
sırılsıklam terlemiştim. Hemen kendimi çimdikledim. Aaahh! Diye küçük bir
çığlık attım. Tamam uyanmıştım. Rüyaymış. Oh be, o neydi öyle! Çok korkmuştum.
‘Neyse ki rüyaymış. ’ Ama bu beni çok etkilemişti. Yatağımda doğruldum. ‘ Orada
su yoktu. Ne dağ vardı ne kuş ne de böcek. Hiç ses de yoktu. Yüzen kara
parçalarına ne demeli? Sonra ya tabuttaki insanlar? Onların yüzündeki huzurlu
ama boş bakışları hatırlayınca çok korktum. Ya bedenleri? Ellerindeki parmaklar
artık küçük birer topçuk gibi olmuş kendileriyse bunun elli katı idi. Aaah! Çok
korkmuştum. Böyle bir gelecek mi bekliyordu bizi acaba? Kupkuru, hastalıklı
ağaçların olduğu bir damla suyun bile bulunmadığı? İnsanların bilinçsiz olduğu?
Olmamalı diye düşündüm.’Böyle olmamalı sonumuz. Bugünkü dağlar hala olmalı,
ağaçlarımız yemyeşil kalmalı, insanlarımız; çalışkan, hareketli olmalı ve asla boş
bakışlı olmamalı!